Diyarbakır’ın Sinemaları!
Şehrin kültürel yeniliği sinemalar, güçlü değişimlerin yaşanmasını da beraberinde getiriyordu. 1960’lı yıllara girerken Dilan Sineması’nın hemen karşısındaki Emirgan Parkı ve çevresindeki eğlence yerleri gibi…
Dilan Kardeşler, Cemil Cezayir ve Nejat Dilan tarafından 1955-56 yıllarında kurulan Dilan Sineması yapıldığı tarih itibariyle uzun bir süre hep “Balkanların ve Ortadoğu’nun en büyük sineması” olarak anıldı. Diyarbakır’da ilk sinemanın 1934’lerde Mardinkapı’daki Çeltik Kilisesi’nde olduğu söylenir. Ve sonraki yıllarda Nejat Dilan’ın, Bağlar semtinde açılıp kapanan en az 5 sinemanın işletmeciliğinin bizzat kendisinin yaptığı da biliniyor. Ancak ’50 ve 60’lı yıllara gelindiğinde Diyarbakır’da sinemalara olan ilgi daha da artıyor. Öyle ki, Dilan Sineması yapılırken taş ve tuğla ustaları Karadeniz’den, sıvacı ve boyacılar ise Kayseri’den getirilmiş. 18 metrelik perdesi, Türkiye’nin en büyüğüymüş. Ve Dilan Sineması yapıldığı dönem itibariyle, tıpkı Beyoğlu’ndaki “Pera Palas” gibi Diyarbakır’ın Pera’sıydı. Sinemanın projesinin Ermeni bir mimara ve İtalya’dan getirilen Harutyan Sarrafyan’a çizdirildiği halen söylenir. Roma opera mimari tarzının projeye yansıtıldığı dillerden düşmeyen bir özellik olduğu, hatta sinemasının yapıldığı dönemde yerel kaynaklar şu ifadelere de yer verir: “İstanbulda’ki Fitaş Sineması henüz yoktu yapılmamıştı”. 270 localı üç katlı ve 1500 kişilik ses düzeni ile ideal bir sinema olarak anlatılan Dilan Sineması 1951 yılında başlanıp 1956’da işletmeye açılmış. 2200 metrekarelik bir alan üzerinde kurulmuş ve temelinde 280 ton demir kulanılarak inşa edildiği ve çelik çatısının da dönemin ünlü firmalarından Arşimids yaptığı anlatılır.
Kabadayılar beğenmezse Dilan sineması o dönemin sinemalarına göre birçok yönüyle daha ileri olmasına rağmen, koltukları birbirine yapışık konfor düzeyi düşük tahtadan koltuklardan yapılı olduğu söylenir. Bunun nedeni ise, sineması sahiplerinin ekonomik güçlerinin yetersizliğinden değil, izledikleri filmi beğenmeyen kabadayıların deri koltukları tahrip etmelerinden koruma telaşı olarak anlatılır. Dilan Sineması bugün üçe bölünmüş. Bir bölümü ticari amaçlı pasaj olarak çarşı hizmeti veriyor. Bir bölümü düğün ve toplantı salonu, bir bölümü de balkondan bozma üçüncü son bölüm ise Dilan Sineması. Daha sonra yazlığı bozularak kışlık Site Sineması’na dönüştürülüyor. 800 kişilik marokent koltuklu sempatik bir sinema olarak tanınan Site Sineması’nın koltukları, bugünün meclisinin koltuklarını anımsattığı da söylenir. Sinema o yıllarda Diyarbakır halkının ilgi odağıymış. Bu ilgi o kadar büyükmüş ki, sinema ilk açıldığında biletler 1 liradan satışa sunulmuş, arka sıralardan öne doğru 11 sıralık biletler kombine olarak yıllık şekilde satışa sunulur ve bir haftada tükenirmiş. Bu nedenle karaborsacılara da epeyce iş düştüğü de söylenir. “Trapez”, “Karamozof Kardeşler”, “Kral ve Ben”, “Niyagara, “Dönüşü Olmayan Yol” gibi filmler, açılış yıllarında seyirciyle buluşturulmuş. O günlerin etkili bir magazin dergisinde, bir makale kaleme alan Refik Cevat Ulunay aynen şöyle diyor: “Korkarım ki, Dilan Sineması’nda film izledikten sonra etrafındaki eğlence yerlerine tutulan yabancılar, Diyarbakır’ın diğer güzelliklerinden mahrum kalarak kentten ayrılırlar”. Yılo’cular, Cıno’cular… 1960-70’li yıllara gelindiğinde; kültür merkezlerinin halen kurulmamış olması sinemaların, giderek siyasal bir kimliğe dönüşen toplumsal hareketin yerel etkinliklerine de ev sahipliği de yapmasını gerektirir. Bu tür etkinliklerin en çok yapıldığı yerlerden biri ise bugün kapalı durumda olan Saraykapı civarındaki Emek Sineması’dır. Film başladıktan kısa bir süre sonra “Kuşlama” diye tabir edilen küçük siyasi el ilanları havaya fırlatılır ve kısa bir ajitasyonla el ilanlarının anlamı ile içeriği hakında bilgi verilirmiş. Emek Sineması ayrıca, çocuklar arasında iki aktörün yandaşlığının egemen olduğu grupların savaşına da tanıklık eder. En hızlı kavgaları “Yılocular” (Yılmaz Güney) ile “Cınocular” (Cüneyt Arkın) yaparmış. Cınocuların kısmetine düşen ise hep yenilgiymiş. 1970’lerin sonunda bir süre “Diyarbakır Sinematek” olarak haftada bir gün hizmet verir duruma gelen Emek Sineması, “Sarhoş Atlar Zamanı” adlı filmden sonra kriz nedeniyle kapandığını ilan etti ve halen de kapalı.
Sinemalarda aile günleri Gelenek, görenek ve alışkanlıklarıyla kendine has sıkı bir yapı oluşturan Diyarbakır’daki aile yapısı da, yaygınlaşan sinema karşısında kendini yeni bir sosyal ortamın içinde buldu. Kapalı bir düzene alışık aile, farklı kültürel kimliklerle içte başlayan çatışmalı durumların ilk karşılaşmasını yaşıyordu. Bu durum, başlarda “aile günü” adı altında sadece ailelere hizmet eden bir sinema geleneğini yarattı. Diyarbakır sinemaları, hafta sonununda çocukların telaş içinde koşuşturmalarına da tanıklık edermiş. Bir panayır havasında çoğunlukla önceden okunmuş eski sayı resimli romanların alınıp satılır, değiş tokuşları yapılırmış. Elbette geniş bir alanda gerekliymiş ki, bu yer geniş bir bahçeye sahip Yenişehir Sineması’ndan başkası değilmiş.
Son şövalyeler! Yenişehir Sineması için çocukluk yıllarını anlatan yazar Şehmuz Diken, bir anısını şöyle anlatıyor: “Bir gece babamla Yenişehir Sineması’nın yazlık kısmında Yılmaz Güney’in ‘Acı’ filmini izlemiştik. Bölge kaçakçılarını anlatıyordu. Film bittiğimde babam, ‘Oğlum bunlar yaşadıklarımızdır. Bana bir şeyler ifade etmiyor’ demişti. Babam da geçmişte katır sırtında Suriye sınırında kaçak getirdiği kulanılmış giyim satardı. Film sırasında çocukluktan gençlik dönemine geçiş heyecanıyla Yenişehir Sineması’nın yazlık kısmında en arkasında makine odasının yanındaki dağdağan ağacına dakikalarca bakmıştım. Bu ağaç Şeyh Sait’in yakınında gömüldüğü söylenen ağaçtı. Bizim kuşak Diyarbakır sinema günlerinin son şövalyeleridir.” Ayyıldız Celal’in uzun yıllar çevresinde başka bir yapı bulunmayan üç katlı pembe renkli ayyıldızlı apartmanın yanı olarak tarif edilen Yıldız Sineması’nın yazlık bir yapı olduğu söylenir. “Yıldızın arkası” deyimi yıllar yılı Diyarbakır’da argo kültürüne yer ettiği anlatılır; birbirlerini kavgaya çağıranların adresi olmuştur “Yıldız’ın arkası”. Cumhuriyet döneminin ilk yapılaşmalarının canlı örneklerinden olan Yenişehir Sineması, 1938 yılında kurulan ve uzun süre Halkevi olarak hizmet verdikten sonra, Şehir Sineması adını alır. 1950’lere kadar Dilan ailesi tarafından işletilen sinema, daha sonra ise Diyarbakır’da “Deveciler” olarak bilinen aileye devredilir. Bugünlerde Yenişehir Sineması’nın yerinde devasa sağlık ve iş merkezlerinin çalışmaları devam ediyor.
‘Aileye mahsus’ Yenişehir Sineması’ndan sonra yapılan bir başka sinema da Mardinkapı’daki Dicle Sineması’dır. 1950’de kurulan ve şu an yerinde yeller dahi esmeyen Dicle Sineması hakkında hatırlanan tek bir şey var. O da açılış filminde bulunan Yazar İhsan Biçici ile Necdet Özgür’ün tanıklık ettiği Silvana Mangano’nun “Acı Pirinç” adlı filmidir. Haftanın belli günlerinde film başlamadan önce o günlerin ünlü orkestrası “Beyaz kelebeklere” izafen, adına “Beyaz Kardeşler” denen bir grubun, günün popüler parçalarından oluşan hafif müzik konseri vermesiyle, ünlü Ar Sineması da Diyarbakır’ın sinemaları içinde yer tutan bir sinemadır. Diyarbakır tabiriyle “aileye mahsus” deyimi Ar sinemasının saygınlığına işaret. Oysa artık Ar Sineması yerinde işlevsiz bir pasaj ve çarşı duruyor. Yine Diyarbakır’ın yok olan sinemalardan biri de eski yoğurt Pazarı ile kamyoncular çarşısı civarında yer alan yazlık Saray Sineması. En iddialı filmleri Sadri Alışık’ın “Turist Ömer” serisiydi. Bu sinemanın ömrünün birkaç yaz sürdüğü söylenir. Bir de genellikle alt yazılı yabancı film oynatan, askeri personele hizmet veren Orduevi Sineması varmış Diyarbakır’da. Yine Raif Asena’nın sahibi olduğu ve bugün mobilyacı dükkânı olan Yazlık Raman Sineması hakkında hatırlanan; Ali Mcgraw ile Rayn O’neal’in “Love Story” filmi… İnsanları hüzünlendiren aşk filmleri, o günlere kadar genelde yerli filmlerin tekelindeymiş, ancak Raman’la Diyarbakırlılar ilk kez yabancı bir aşk filminde mendil ıslatmışlar. Kısacası eski Diyarbakır sinemalarında, insanlar biraz daha kendileri oluyorlardı.
Kaynak: Evrensel